
Modern Hikaye Anlatıcısı
Hayata karşı duyduğu çocuksu meraktan beslendiğini söyleyen tasarımcı Beril Çuhadaroğlu ile sanata ve tasarıma dair.
Röportaj: Bade Çakar
Endüstriyel tasarım mezunusunuz ancak çalışmalarınız bu alanla sınırlı değil. Bir tasarımcı ve sanatçı olarak benimsediğiniz kimlikten bahseder misiniz?
Benimsediğim kimlik hayata karşı duyduğum çocuksu merak duygusundan çok besleniyor. Bu duygu beni tasarım sektöründe farklı alanlara iterek, çok yönlü bir tasarım kimliği oluşturmamı sağladı. Bugüne kadar çalıştığım projelerde ürün, mekan ve konsept tasarımcısı gibi farklı roller almış olsam da aslında hepsi ortak bir felsefede buluşuyor: Hikaye anlatmak. Bu nedenle kendimi en başta bir hikaye anlatıcısı olarak görüyorum. Önemli olan, anlattığımız hikayelerle insanlarda bir duygu ya da düşünce uyandırıp, onları bir araya getirebilmek.
Tasarım süreci nasıl ilerliyor?
Süreç, anlatılmak istenen hikayeyi oluşturmak adına sorular sorarak başlıyor. Bu sorular, fikirleri ateşleyen kibrit işlevi görüyor. Takım arkadaşlarım ve müşterimizle yaptığımız beyin fırtınası sonucunda ortaya hikayemiz çıkıyor. Bir kişinin hikayesi tasarımcının filtresinden geçerek anlatıldığı için ortak bir vizyon oluşturmak ve o vizyona inanmak bence çok önemli. Tasarım sürecinde çizimlerle beyin fırtınası yapıyor ve araştırma sonucu bulduğum resimlerle bir konsept panosu hazırlıyorum. Ortaya çıkan konseptlerden projeye en uygun olanını seçtikten sonra boyut, materyal ve renk gibi unsurları belirleyerek müşteriye görsel bir kompozisyon hazırlıyoruz.
Dahil olduğunuz projeler arasında sizin için en heyecan verici olan hangisi?
Geçen sene Gucci’nin 100. yılı için Los Angeles’ta düzenlediğimiz Gucci Love Parade moda gösterisi en heyecan verici projelerimdendi. Konsept tasarımcısı olarak takımın bir parçasıydım. Sahnelenecek koleksiyonun teması Hollywood Altın Çağı dönemine aitti; kıyafetlerin hikayesini anlatmak için dönem hakkında araştırmalar yapıp, geçmiş akımlardan ilham aldık. Örneğin Hollywood film setlerinde kullanılan direktör koltuğundan esinlenerek misafirler için özel sandalyeler tasarladık. Eski ve yeni tarzları bir sahnede birleştirebilmek oldukça heyecan vericiydi. Miami Art Basel’de düzenlediğimiz Tiffany&Co. etkinliği de bir o kadar heyecanlıydı. Projenin hikayesi, Audrey Hepburn dahil bugüne kadar sadece dört kadının giydiği ikonik Tiffany sarı pırlantasını sergilemekti. Etkinliğin tasarımı için ilhamımızı tamamen sarı pırlantanın anatomisinden ve renginden aldık. Tasarım dilinizde kimlerin etkisi var? Büyüdüğüm ortamın, okulumun ve çalıştığım şirketlerin etkisi büyük. Türkiye gibi kültürel ve tarihsel olarak zengin bir ülkede büyümüş olmak sanatçı kimliğime oldukça değer kattı. Çocukluğumdan beri etrafımda gözlemlediklerimden bilincime yerleşen imgeler bugün tasarladığım projelerde ilham kaynağı olarak gün yüzüne çıkıyor. Okulum The Art Institute of Chicago ise kendi sanatçı kişiliğimi bulmam için kullandığım oyun alanım oldu.