
Röportaj: Her zaman zirvede Demet Akbağ & Uğur Yücel
Geçmişten bugüne, ilk günden zirveye, sahneden beyaz perdeye uzanan; sanat kariyerleri, dönüm noktaları, iz bırakan hikayeleri de heybesinde bulunduran bu benzersiz buluşmada onlara büyük bir heyecanla eşlik ediyoruz. Onlar her zaman zirvede, şimdi aynı sahnede.
RÖPORTAJLAR CEYDA GÜNSÜR, BARAN ALIŞKAN
FOTOĞRAF JİYAN KIZILBOĞA
STYLING MOWE.İSTANBUL (SENA ERDEMİR, YAĞMUR GÜLAYDIN)
SAÇ EMİN AKSU, VOLKAN BAYAR
MAKYAJ HİDAYET KORKMAZ
FOTOĞRAF ASİSTANLARI FURKAN KUMAŞ, CİHANGÜR ERKEN, JOY NAHUM
STYLING ASİSTANI NEGAR AGHEBATKHEIR
Hayatınızın nasıl bir döneminde bir araya geldik? Bugünlerde nasılsınız ve nasıl hissediyorsunuz?
Tiyatro ve dizi arasında mekik dokuyorum. Yeni yıla girmeden hemen önce dizimden ufak bir sakatlık yaşadım. O keyfimi kaçırdı, onun dışında iyiyim.
Oyunculuğun sizin için bir çocuk hayali olduğunu biliyoruz… O günlere dönersek; oyunculuk tutkunuzu keşfiniz ya da fark edişinizi anımsıyor musunuz? Sizi bambaşka karakterlere hayat vermeye iten o güç neye benziyordu?
Başkası, başkaları olabilmek… Çok sihirli bir dünya idi. Hala da öyle. Babaannemin bayramlarda ve bulduğu her fırsatta bizi götürdüğü tiyatrolar ve sinemalar benim olmak istediğim şeyin kapısını araladı. O sahnede, o perdede olmak dışında hiçbir şey istemedim.
“O sahnede, o perdede olmak dışında hiçbir şey istemedim.”
Televizyon ekranı, tiyatro sahnesi, sinema perdesi… Sanat hayatınızda yarım asra yaklaşırken farklı alanlarda birçok unutulmaz karaktere hayat vermiş bir oyuncu olarak, bu alanlarda yer almayı nasıl tanımlarsınız? Hangisinde kendinizi daha iyi hissediyorsunuz?
Hepsinin temelinde oyunculuk var sonuçta. Her birinin dinamiği farklı sadece. Ben ayırmıyorum, hepsinin yeri ayrı bende.
Uzun yıllardır kültür endüstrisinin içinde biri olarak, toplumsal değişim ve dönüşümü nasıl gözlemliyorsunuz? Sizce toplumsal bir değişim yaşandı mı ve bu sektörel olarak nasıl bir dönüşüme neden oldu?
Tüm dünyada müthiş bir çağ dönüşümü yaşandı, yaşanıyor. Ülkemiz özelinde bakmak çok da doğru değil. Burada bazı şeyleri çok veya az yaşamış olmamız, dünyanın dev bir değişim çağından geçtiği gerçeğini değiştirmiyor. Son 20 yılda telefonla tüm dünya ile konuşabiliyoruz derken, tüm dünya ile aynı anda her tür habere, bilgiye, görüntüye, filme içeriğe erişebilir olduk. Oyunculuk mesleği açısından dünyanın her köşesinden izlenme imkanı yaratan bir dünya ortaya çıktı ama, bir yandan da herkesin kendi yayın mecrası oluştu, herkes de biraz oyuncu oldu. Su akacak, yolunu bulacaktır, biz görürüz, görmeyiz bilemem ama, “değişim” ile tanımlanamayacak kadar büyük bir dönüşüm ile artık yeni bir çağ yaşıyoruz.
Hayat verdiğiniz karakterler unutulmaz ve sanat tarihimizde yer edinen özel isimlere dönüştü. Siz, aralarından birini seçmeniz gerekseydi hangisi olurdu? Sizin unutulmaz karakteriniz hangisiydi? Ve neden?
“Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?” oyunumdaki Gülseren. Hikayesini çok sevmemin yanı sıra, bir oyuncunun başına gelebilecek en güzel roldür. Sahne üzerinde iki saat içinde bir karakterin ilkokul çağından orta yaşlı bir kadına dönüşümünü izleriz. Ve bu elbette ki bir oyuncu için, son derece cezbedici.
‘Bir Demet Tiyatro’, ‘Sen Hiç Ateşböceği Gördün Mü?’, ‘Kış Uykusu’, ‘Vizontele’, ‘Neredesin Firuze?’ kariyerinizdeki yapımlardan yalnızca birkaçı ama birbirinden farklı ruh halleriyle çok yönlü oyunculuğunuzu temsil açısından bir seçki olarak düşünebiliriz. Öyle ki hepsinde karakterinize fazlasıyla inandı seyirci. Bu bağlamda kendinizi daha çok hangi dünyanın insanı gibi hissediyorsunuz? Bu farklı tarzdaki yapımlar sizin ve yeteneklerinizin üzerinde nasıl etki bıraktı?
Aslında klişe bir cümledir ama tekrarlamakta yarar görüyorum. Komedi ciddiyetle yapılması gereken bir iştir. O nedenle ben de oynadığım komedi türündeki bütün projelerde, oynadığım karakterleri ciddiye alırım. Benim için tür önemli değil, oyunculuktaki gerçeklik duygusu önemlidir.
“Beni en çok ben eleştiririm zaten. Benim kendim kadar acımasız bir eleştirmenim yok.”
Bir röportajınızda “asla oynadığım karakterle alay etmem” demiştiniz… Ayrıca geriye dönüp baktığınızda da birçok karaktere kendinizden bir parça kattığınızı da fark ettiğinizi dile getirmiştiniz. Yeni bir karakterle karşılaştığınızda, o karaktere bürünmek adına bugün nasıl bir süreç yaşıyorsunuz? Bu süreçte iç dünyanızda neler oluyor ve nasıl bir sonuca ulaşıyorsunuz?
Bir oyuncuda var olması gereken gözlem yeteneği ve duygusu ile bir karakteri okurken, içimde bir şeyler gelişir. Tanıdığım, gördüğüm bana tanıdık gelen, etkilendiğim birilerinden mutlaka bir şey katarım içine. Kostümle, tavrımla okuma provasında bir şeyler şekillenir ve onun üzerine kendimce minik bir araştırma yapıp o yoldan yürürüm. Aslında çok da tarif edilemeyen, biraz daha sezgisel. Oyunculuk, gramajı tam olarak verilen bir tatlı reçetesi gibi değildir.
İlk televizyon deneyimlerinizden biri olan ‘Baldız ve Bacanak’ yapımında ilk kez Uğur Yücel ile buluşmuştunuz. Aradan geçen zamanda iki harikulade kariyere şahit olduk ve iki usta oyuncu olarak yeniden ‘Sandık Kokusu’nda buluştunuz. Bugün, aradan geçen zamana baktığınızda o günleri nasıl hatırlıyorsunuz? İki usta olarak, bugüne uzanan yolculuğunuzu, gelişimi, değişimi, birbirinizin kariyer çizgisini nasıl tanımlıyorsunuz?
Bunca yıldır nasıl denk gelmemişiz, ikimiz de hayretler içindeyiz. İki koca kariyer geçti tanışmamızdan bu yana şimdi birbirimizle oynamanın konforunu yaşıyoruz. İnanılmaz günlerdi. Elbette geleceğimizi hayal ediyorduk ama, tek televizyon kanalı olan bir dünyada, kaç tane film, dizi yaparız diye bir hayal kuramıyorduk. Çok fazla sahneye çıkmak, çok fazla projede yer almak üzere bir iştahımız vardı. Ve böyle böyle birbirinden farklı projelerde yer aldık. Şimdi de ne güzel ki yollarımız kesişti.
‘Sandık Kokusu’ ikinci sezonuyla da temposunu düşürmeden ekran yolculuğuna devam ediyor. Elbette Filiz karakteri de tüm ağırlığı ve ihtişamıyla bu yolculukta dikkatleri üzerine çekiyor. En başından bu yana ‘Sandık Kokusu’ ve Filiz karakteri sizin için nasıl bir hikayeyi temsil ediyor? Bu yolculuğa nasıl çıktınız ve nasıl bir değişim/dönüşüm yaşandı?
Filiz, aşk ile iki kez sınanmış bir kadındı. Aşka dair bir beklentisi de yoktu. Ama hayat ona ikinci baharını yaşama şansı verdi. Karakterlerimizin seyircideki yansımasını, her hafta aldığımız teşekkürleri ve tebrikleri çok kıymetli buluyorum. Aşk hayatın tadı tuzu. Umarım, birilerine cesaret verebiliyor ve aşkın yaşı yoktur dedirtebiliyoruzdur.
Filiz, daha önce de hayat verdiğiniz birçok karakter gibi yakıştırdığınız; ayrıca güçlü ve modern imajını doğal olarak taşıyan ve bir limanı andıran biri ve güven duygusunu fazlasıyla hissettiriyor. Aynı zamanda yaşadıklarıyla aşka kalbini kapatmış biriydi. Ta ki Hasan Başkaya ile tanışana dek… Filiz ve Hasan’ın dünyasını içinden biri olarak siz nasıl anlatırsınız?
İkisinin de birbirlerinden önceki hayatlarının tam tersi var karşılarında! Ama aşk tam da bu değil mi? Sen de olmayana, sana benzemeyene tutulmak ve türlü sınavlardan geçmek. Kalp, sınandıkça birbirine kenetleniyor sanki. İki taraf da biribirine ait hissediyor kendisini ve karşısındakine verdiği kıymeti, kimi zaman kendisiyle bile çelişse vermekten korkmuyor. Çok cesur iki karakter Filiz ve Hasan.
İki zıt kutup, iki ayrı dünya ama sonunda şahit olanları etkileyen, adeta gülümsememize engel olamadığımız sahnelerle karşımıza çıkan bir aşk bu aynı zamanda. Sizce Filiz ve Hasan gibi aşklar gerçek hayatta da yaşanabilir mi, her şeyin mükemmel olması yönünde manipüle olduğumuz bu dönemde ön yargıları bir kenara bırakabilir miyiz? Böyle bir aşk nasıl yaşanır?
Cesaretle ve geçinmeye niyetli olmakla… Geçinmeye niyeti varsa bir insanın, her zorluğun üstesinden gelir.
“Zirve diye bir şey yok bence. Demlenmişlik var sadece yıllar içinde. Ruh ve beden sağlığım yerinde olduğu sürece bu yolda devam etmek isterim.”
Peki, Demet Akbağ için aşk nedir? Sizin için nasıl bir anlam ifade eder?
Aşk, herkesin en az bir kez yaşaması gereken çok tatlı bir şuursuzluk hali.
Aşkın ömrü var mıdır sizce? Zamanla evrim geçirir mi, biter mi? Yoksa gerçek aşk her zaman ilk günkü yoğunluğunu korur mu?
Aşk, sağlam bir arkadaşlık ve güçlü sevgiye dönüşebiliyorsa, iki insanın bir arada olması muhteşem bir şey. Ama eğer buna dönüşmüyorsa maalesef ömrü sınırlı.
Kendinizi romantik biri olarak tanımlar mısınız? Yoksa aksine duygularını kendine saklayan daha rasyonel bir aşık mısınız?
Bu biraz karşılıklı oluşan bir şey. Birine aşık olduğunuzda iki kişinin ortak paydası yaratıyor o aşkı. Benim payıma, çok eğlenceli bir romantizm ve çok şahane bir hayat arkadaşlığı düşmüştü.
Hikayeniz, yaşamınız bir filme veya tiyatro oyununa dönüşseydi, en çok merak uyandıran, şaşırtan, ilham veren veya belki de duygulandıran hangi anlar, detaylar öne çıkardı? Bu hikayenin izleyicisinde bıraktığı duygu sizce ne olurdu?
Kahkaha ve gözyaşı.
Yeniden tiyatro sahnesine dönmek size nasıl hissettiriyor? Bu vesileyle henüz ‘Aydınlıkevler’ tiyatro oyunu izlemeyenler için oyunu başrolünden dinlemek isteriz… Sizi sahneye döndüren hikayenin alametifarikası nedir?
Yıllar çok hızla geçmişti, sinema ve televizyon projeleri ile 15 yılın ardından Yılmaz (Erdoğan) şahane bir metin yazınca elbette sahnede o hikayeyle seyircinin karşısına geçmeliydim. Tiyatroya ne ile, nasıl döneyim diye sürekli bakarken, çok film yaptım, televizyon projeleri yaptım ama önüme gelen hiçbir tiyatro metni böyle cezbetmedi beni. Yine bize ait ve özgün bir hikaye olsun istiyordum, oldu.
Kariyer zirvenizi yaşadığınızı düşünüyor musunuz, yoksa daha büyük hayaller kurduğunuz bir yolculuğun henüz ortalarında mıyız? Sizin için zirve neresi ve varış noktası olarak nitelendirdiğiniz noktada bizi neler bekliyor?
Zirve diye bir şey yok bence. Demlenmişlik var sadece yıllar içinde. Ruh ve beden sağlığım yerinde olduğu sürece bu yolda devam etmek isterim.
Yıllardır izleyicilerin odağında bir başrol olarak, eleştiriler ve övgüler konusunda hislerinizi merak ediyoruz. Ruhunuz eleştirileri ve övgüleri nasıl karşılıyor? Yaşamın içinde, yüz yüze veya dijital ortamda hakkınızda bahsedilenleri takip eder misiniz?
Evet, ama beni en çok ben eleştiririm zaten. Benim kendim kadar acımasız bir eleştirmenim yok.
Şöhret basamaklarını sağlam adımlarla yürümüş usta bir oyuncu için; sizin nazarınızda şöhret kavramı tam olarak neyi ifade ediyor? Şöhret, kişiye hangi kazanımları sağlıyor ve karşılığında kişiden neleri istiyor?
Hayatı zorlaştırdığı söyleniyor hep biliyorum. Evet, bazen görünmez olmak istesek de en olmadık yerde ve zamanda tanınıyor olmak insanı zorluyor. Ama bu zorluk aynı zamanda sonsuz bir sevgi ile de geliyor. Benim de rahatsız olduğum, gülümseyemediğim, kendimi iyi hissetmediğim, fotoğraf çektirmekten rahatsız olduğum zamanlarım oluyor. Yine de bunları şikayet konusu yapamam, mesleğim sayesinde çok tanınıyorum, çok seviliyorum, sevgilerini ve güvenlerini karşılıksız bırakmak istemem. Sevenlerime mahcup olmak hiç istemem.
Yeni biriyle tanıştığınızda yani ilk bakışta, karşınızdaki kişinin nasıl biri olduğuna hangi kriterlere göre karar verirsiniz? Tanıştığınız kişi sizin nazarınızda sıfırdan puan mı toplar, yoksa otomatik yüklenen kredisini mi tüketir?
Böyle bir şey varsa, her zaman en yukarıdan başlar benim için. Samimiyetine göre karar veririm. Her zaman önce olumlu bir önyargı ile yaklaşırım.
Birçoğumuzun kendiyle baş başa kaldığında görünenden farklı bir dünyası olduğunu düşünüyoruz. Siz, kimse bakmıyorken, tek başınıza ve konfor alanınızdayken nasıl birisiniz?
Her zaman tatsız bir durum varsa, hatalı olduğum bir taraf var mıdır, diye düşünen biriyim.
Demet Akbağ mesleki yaşantısının dışında nasıl biridir? Günlük yaşamda nasıl bir rutinin parçasısınız, neler yapmak hoşlanır, nelerden hoşlanmazsınız?
Arkadaşlık önemlidir. Arkadaşlarıma dostlarıma zaman ayırırım. Seyahati severim. Kendimle, yalnız başıma kalmaktan hiç çekinmem, hatta bu yalnızlığımı severim de. Evimde kendi başıma kalmak, istediğimi dinlemek, okumak, dolaplarımı yerleştirmek sevdiğim şeylerdir.
TEK BAKIŞTA
2025 nasıl başladı?
Tatsız, 31 Aralık’ta dizimden ufak bir kaza geçirdim, ama 2024’te kaldı.
En çok kime güler?
Sınırlayamam, mizah anlayışıma ve zekama hitap eden her şeye gülerim.
Sabah uyanınca ilk kimi arar?
Kız kardeşim Sedef ve menajerim Selma.
En çok neyi özlüyor?
Eski İstanbul’u ve hayat arkadaşımı.
En sevdiği yemek?
Köfte, patates, pilav veya makarna. Çocuk menüsü seviyorum yani ve çok iyi soslu taze bir salata.
Son okuduğu kitap?
Unutmak-Elif Akpolat.
En büyük ‘keşke’si?
Her insanın hayatında çok keşke vardır. En büyük keşkem bir müzik aletini, enstrümanı çok iyi çalmayı öğrenmiş olmayı isterdim.
“Asla yapmam” dediğiniz?
Büyük konuşmayı sevmem.
En çok ne kızdırır?
İşlerin planladığım gibi gitmemesi.
Olmazsa olmaz rutini?
Yemek sonrası güzel bir Türk kahvesi.
“Rüyaya dalıyormuşum gibidir sinema perdesi…”
Uğur Yücel ismini duyduğumda canlandırdığı rollerden aklımda en çok, sert görünen ama naif karakteriyle çevresini kucaklayan ve insana güven veren birini hatırlıyorum. Ve seyirci olarak bu bana sizi her zaman öyle yansıtıyor. Bunun dışında yine diğer rollerinizden de etkilenerek, kendini saklayan ve iç dünyasında yaşayan biri de canlanıyor gözümde. Siz hayatınızda hangisine daha yakınsınız?
Herkesten daha farklı değilim. Kendimi ve yakıştırılanı önemsemem. Evet, çevreme baktığımda hep birisi olmuş ve bir mensubiyet içinde insanlar var. Ama galiba benim dostlarım değil. “Öte yan” diye tanımladığım bir hayatım var. Orayı korurum. Nitelikli bir azınlıkla yaşarım. Nereden not etmişim? Nitelikli bir yalnızlık niteliksiz kalabalıktan daha iyidir. Ağzımdan bir laf kaçırdım geçenlerde. Sözcüklerle, anlamlarla haşır neşir bir arkadaşım çok sevdi lafı. “Ulan şu hayatta bir pozisyonum olmadı kendimi açıklayacak” deyiverdim, ben de sevdim sonra. Öyle işte.
Yönetmenlik, yapımcılık ve oyunculuk… Hepsini sığdırdığınız bir başarılı bir kariyeriniz var. En büyük tatmini hangi alanda yaşadınız?
Yönetmenlik. Ama kendi yazdığım işler olması kaydıyla. Daha doğrusu bir hayal yaratmanın yolculuğu. Bak, pozisyon gereği bir yönetmen olarak diye de konuşamıyorum.
Oyuncu olarak bir yapımda yer aldığınızda diğer kimliklerinizden arınıp mı içinde oluyorsunuz, yoksa diğerlerinin (yönetmen-yapımcı) gözünden de kendinize bakarak mı rolü canlandırıyorsunuz?
Sette hiçbir şeye karışmam. Yazara, yönetmene hiç ilişmem. Sorarlarsa ve aklım eriyorsa söylerim. Yönetmenken de kimse gıkını çıkaramaz. Hep yapamadığımı, beceremediğimi düşünürüm. Yine olmuyor düşüncesi beni yormaz. Nasıl olması gerektiğini herkesten daha iyi bilebilirim ama yapamam. Tamamladığım hiçbir işim olmadı galiba. E o zaman sorun yok. Bu kadar işte. İhtiras yoksunluktur. Kendimi bilirim. O zenginliktir. Sette güzel şeyler yapıldığında takdirimi beğenimi de yüksek sesle söylerim.
Ejder Kapanı’nda oğlunuz Can Yücel’in yönetmenliğinde rol almıştınız. Daha sonra tiyatroda da yine onun gözüyle Neyzen Tevfik’le sahne aldınız. Bu, her baba-oğulun sahip olacağı bir şans değil. Bu size neler hissettiriyor. Benzer taraflarınızı keşfettiniz mi o da yönetmen koltuğuna oturduğunda?
O benden daha serin kanlı. Oyunculuğu çok didiklerim ben. Kendi yazdığım iç sesi duyana kadar çekerim. O yazmıyor. Fikir verir. Çoğunlukla doğrudur kararları. Tiyatro yönetmeni oyunu koyar, bir süre yakın-uzak takip eder, sonra sessizce çekilir. Bizimki her oyunda kuliste. Ses, ışık, sahne düzenini kontrol eder. Üstelik ilgisiz gibi dururken kuliste oyunu takip eder. Başka bir yönetmen olsa almam oyuna. E bunun ayrıcalığı olacak tabii ki. Neyzen’i yönetmek istemedi, “Ben tiyatro yönetmeni değilim” dedi. Bana göz, duygu, eleştirel bakış lazım dedim. İkna oldu. Benzer yanlarımız olduğunu söylüyorlar. Ben yanında değilken daha çok ben oluyor herhalde. Ben onu, benden daha çok beğeniyorum.
“Bir yanımda Buda oturur. Bir yanımda huysuz ihtiyar. Buda, ihtiyarı elinden kaçırdığında her şeye kızıyorum.”
Seyirci olarak bizler sizin kilometre taşlarınız olarak Arabesk, Eşkıya, Muhsin Bey, Canım Ailem, İkinci Bahar ve benim gibi birçok hayranınız için ayrı yeri olan Aramızda Kalsın’ı sayabiliriz. Sizin için bugüne kadar hangi rol oyunculuğunuza başka bir boyut kattı?
Ben sabahları geç kalkmak için tiyatroyu seçtim. Gelgelelim sinemacı olduk. Kargadan önce kalkıyoruz kimi zaman. Işıkla işimiz. Doğrusu ben şovmenliği de oyunculuğu da para kazanmak için yaptım. Ama tiyatro okulunda hocalarımdan çok hoşnuttum. Hayatım değişti okulda. Tiyatrocu olamadım galiba sonuçta, sorun değil o da. Muhsin Bey’ den sonra bir idrak geldi. Sevdim sinema oyunculuğunu. Setleri tiyatrodan daha çok severim. Filmleri de. Rüyaya dalıyormuşum gibidir sinema perdesi. Yemek arasını boş setlerde ekipmanların içinde ezber yaparak çok geçirdim. Sinema sinmiş bana.
Eşkıya sonrası Urfa’yla aranızda bir gönül bağı oluştuğunu okumuştum. Daha sonra yer aldığınız dizi ya da filmlerden hayatınızda yer etmiş böyle bir iz oldu mu?
Eşkıya’da benim Urfa sahnem yoktu. Muhsin Bey’de de. Filmin ilk okuma provalarından sonra Urfa’ya gittim. Oraları tanımak için. Rockçı-jazzcı Kadıköy yakası çocuğu olarak gittim. Urfalı olarak döndüm. Oralar beni bilmediğim özümle buluşturdu. Anadolulu olduğumu hissetmemiştim o güne kadar. Bir de Kars. Çok özlediğim yerlerdir. İstanbulluların tuhafına gider ama ben Ankara’yı da severim.
Bir rol geldiğinde senaryoda sizi ikna eden ne olur, karakter mi ön plandadır, ekip mi? Sizi hangisi heyecanlandırır?
Elbette sizden istenen nedir ve senaryo size ne verir, ona bakar insan. Hem aklına hem duyguna hitap etmeli senaryo. Ekip bundan sonra önem kazanır. Kim yönetecek, nasıl bir hayal kuruyor, kimlerle, ne için yapacağız?
Geçmişten bugüne baktığınızda sektörde gelişen teknoloji ve imkanlardan hangisi için eskiden de olsaydı dediğiniz bir şey var mı?
Kameralar, minimum ışıkla çekimler. Ekipmanların hafifliği ve şaşırtıcı pratikliği… Eskiden filmin her biriminde bulunacak fikrim vardı, şimdi şaşkın bakıyorum. Genç bir ışıkçı cep telefonuyla oynuyor zannediyorsun. Hayır, bir uygulamayla uzaktan ışık ayarı yapıyor.
“Keşke şu karakteri ben canlandırsaydım” dediğiniz geçmişe dönüp baktığınızda içinizde ukde kalan bir rol ya da yer almak istediğiniz bir yapım oldu mu?
Hayır hiç olmadı. Artistik açıdan hiçbir ukde yok ama ticari açıdan çok hatalar yaptım.
Yıllar önce sizi ilk kez (sinema ve televizyon dışında) Müjde Ar ile yaptığınız kabare şovda izlemiştim. Çok güldüğümü ve eğlendiğimi hatırlıyorum. Ve eski röportajlarınızdan da sizin de sahneyi sevdiğinizi okumuştum. Sahne şovlarında bu kadar rahat ve başarılıyken neden devam etmediniz?
Aslında epeyce sürdü sahne şovları. Yeter artık diyerek bıraktım.
Dijital platformlara bakış açınızı merak ediyorum. Ulusal kanalla kıyaslandığında oyuncuların halktan daha uzak kaldığı yönünde yorumlar yapılabiliyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Alan genişliyor. Çok olumlu bakıyorum. Halkla yakın ilişki kuran işlere siz bakabiliyor musunuz, bilmem. Daha doğrusu, hani reyting denilen sistemin hangi tür halkı önümüze koyduğunu biliyor muyuz? Ben bilmiyorum. Ama ortalama üstü işlere meraklı ve kaçırmadan izleyen çok insan var.
Bugünün oyuncularının sizce sahip olduğu en büyük şans ve şanssızlık nedir?
Fırsat alanları ve kazançları çok daha iyi. Ama sessizce kimi niteliklerinizle başkalarından daha çok şans bulmak iyileri zor durumda bırakıyor.
Genç oyunculardan beğendiğiniz isimler var mı? “Gelecek vadediyor” diyebildiğiniz?
Ben epeyce genç oyuncuya ön ayak oldum vaktiyle. Şimdi de çaktırmadan öyle. O, bu, şu demeyeyim. Birini unutursan “e ben yok muyum” der.
Türk dizi ve sinema sektörünün geçmişten bugüne geldiği noktayı nasıl değerlendirirsiniz?
Gittikçe daha nitelikli hale bürünüyor. Ama hala Türk sineması dediğimizde dünyada güçlü bir çağrışımımız yok. Kore, Japon, İran, İskandinavya gibi ekoller dediğinizde hemen gözünüzün önüne yüzlerce film geliyor. Demek ki okul olmamış bir sinema bizimki. Dizideyse bir bölüm dizi geceyi kapatıyor. İşte o zaman konunun turşusunu kuruyorsun. O senaristlerin, o koca ekiplerin halini görseniz. Perişanlık.
Bir röportajınızda aslında komik değil, hüzünlü bir kişiliğe sahip olduğunuzu söylemişsiniz. Yaşadıklarınız mı size böyle hissettiriyor, yoksa mizacınızın mı böyle olduğunu düşünüyorsunuz?
Mizaç sanırım. Yetenek, zeka ve vicdan herkesin başına dert. Bu üçüyle yaşıyorsanız mutsuzluk cebinizde. Ama ben çare bulanlardanım.
Adada yaşadığınızı duymuştum. İstanbul’dan uzaklaşmak için mi tercih ettiniz, yoksa çok sevdiğiniz denize daha yakın olmak için miydi bu karar?
Adalara 60 yıldır giderim. Ama Büyükada şaşırtıcı bir yer oldu. Ada hazzı alamıyorum artık. Evde mutluyum orada. Sokağa çıkınca koşarak uzaklaşmak istiyorum adadan. Ada en çok Burgaz’dır. Ancak şehir hatlarının 00.00 vapuruyla Bostancı’ dan adaya çıkmak. Yine Paşabahçe vapurunun bir hayal gibi belirmesiyle 18.25 Kabataş-Büyükada ekspres seferi… Gece adanın ürkütücü sessizliği. Avluda yemek pişirmeler. Sabaha kadar sohbetler. Kediler… Heybeli’de öğlenler… Özleyeceğim çok şey var be!
Sandık Kokusu’nda mafya babası rolüyle başlayıp, aslında yumuşacık bir kalbi olan bir adamı canlandırıyorsunuz. Hasan’ın Filiz’i sevdiği gibi bir aşk yaşadınız mı? Günümüzde bu mümkün mü?
E yaşadım elbette. Aşkın günümüzle değil, gönlümüzle ilişkisi var.
Dizide gençlerden çok Filiz ve Hasan’ın yaşadığı aşkın ilgi çekmesi ve herkeste bir özlem uyandırmasının sizce nedeni nedir?
Çabuk tükenen aşkların yanında sonuna kadar aşk daha cazip geliyor herhalde. Aslında taze şeyler konuşuyor Filiz’le Hasan. Neler kaçırıyoruz dedirtiyorlar.
Demet Akbağ ile yıllar sonra yeniden karşılıklı oynamak nasıl hissettiriyor?
Biz aynı okulun mezunlarıyız. Nefesimizi biliriz. Konfor sağlar aynı dili konuşmak. İyiyiz. Çabuk hallediyoruz ikili sahneleri. 80’lerde Baldız Bacanak dizisi vardı. Orada da Düriye-Abidin ikilisi olmuştuk galiba. Ne günler be. Hikaye olduk gitti.
Set olmadığı günler neler yapmayı seviyorsunuz? Bir gününüz nasıl geçiyor?
Ben kendimle iyiyimdir. Biraz sıçramalı zevklerim olduğu için yerimde duramam. İyi yemek yaparım. Mutfağım bir restoran kadar donanımlıdır. Yakın dostlarımla uzun sofralar kurarız sıkça. En çok gece herkes hayattan el etek çektiğinde coşarım. Okurum, yoğun müzik dinlerim. Resim yaparım, heykel arada. Perküsyon çalarım. Bisikletle ormana çıkar yazarım. Artık iyice kopuk yazıyorum. Komik de değil, trajik. Tekneyi bıraktım artık ama 40 yılın üzerinde zaman geçirdim denizde. Kıyısındayımdır denizin. Keşke dediğim yegane şey, tek başıma solo dünya turunu yapamadım yelkenliyle. Dönememekten korktum en çok galiba.
İstanbul’da en çok Kuzguncuk’u sevdiğinizi biliyoruz. Yıllar içinde yeni huzur bulduğunuz yeni kaçış noktalarınız oldu mu?
Kuzguncuk artık derin keder duyduğum bir yer. Hiç girmeyelim o konuya. Kaçış noktalarımı da söylemeyeyim. Nereye kaçsam berbat oldu. Ama en çok Midilli’nin tepe köylerini, sabahlara kadar şarkıları bitmeyen rebetikocu arkadaşları özlüyorum.
Yeni plan ya da projeleriniz var mı? Bir film ya da yeni bir tiyatro oyununda bu yıl sizi görecek miyiz?
Neyzen oyunu devam ediyor. Önümde projeler var. Bir-iki ay içinde netleşir her şey.
“Yetenek, zeka ve vicdan herkesin başına dert. Bu üçüyle yaşıyorsanız mutsuzluk cebinizde. Ama ben çare bulanlardanım.”
TEK BAKIŞTA
2025 nasıl başladı?
Yeni bir şeye başlamış mıyım, bilmiyorum? Manalar başka yerlerde hep.
En çok kime güler?
Galiba çok yakınlarımızla otururken çaktırmadan Şener Abi’yi birkaç kişiyi anlattırmanın bir yolunu buluyorum. Defalarca dinleyip kahkahalarla gülüyorum. Sahiden vitesi taktı mı sinir sistemi çöküyor herkesin. Eksik olmasın.
Sabah uyanınca ilk kimi arar?
İlk aklıma gelen oğlum. Ama geç kalkıyor. Dostlarımı da ararım.
En çok neyi özlüyor?
Arkadaşlarla yelkende gece seyrini.
En sevdiği yemek?
Geri çeviremeyeceğim diyeyim; hünkarbeğendi, kalkan balığı, iskender kebap, pastırmalı kuru fasulye-turşu, pavurya, midye, kebap sofraları…
Son okuduğu kitap?
Sağlam Adam-Herman Melville
En büyük ‘keşke’si?
Hiç ortada olmasaydım. Yazıp yönetseydim türlü müstear isimler uydurup.
“Asla yapmam” dediğiniz?
Acımasızlık.
En çok ne kızdırır?
Bir yanımda Buda oturur. Bir yanımda huysuz ihtiyar. Buda, ihtiyarı elinden kaçırdığında her şeye kızıyorum.